Darbelerin tarafları olmuştur.
Kendilerinden saydıkları 27 Mayıs Darbesi için kutlamalar yapanlar, 12 Mart ve 12 Eylül
darbelerini kendilerinden saymadıkları için faşizan bulmuşlar ve kötü darbe olarak
eleştirmişlerdir.
Basının iyi darbe-kötü darbe ayrımını iyice belirginleştirerek hem öncesinde hem de
sonrasında büyük bir taraftarlık sergilediği darbe 28 Şubat 1997 darbesidir.
28 Şubat 1997 Postmodern Darbesi Türkiye tarihindeki diğer darbeler gibi kendisini
Cumhuriyetin bekçisi olarak gören askerin ve sivil destekçilerinin siyaseti dizayn etme
çabalarından biriydi.
Her daim siyasetin üzerinde duran askerin müdahalesi, “İrtica ile mücadele” kılıfı ile bu sefer
özellikle dindar kesimi hedef almıştı.
28 Şubat müdahalesini daha önceki darbelerden ayıran durum ise bir gecede silahla yönetimin
değiştirilmesi yerine basının en kritik rollerden birini üstlenmesiydi.
Medya bu süreçte askerin isteklerini “sorgusuzca” yerine getirerek uygulamaları destekleyen
manşetler attı.
Demokratik ülkelerin asla kabul etmeyeceği bu müdahaleyi dönemin Genelkurmay II.
Başkanı olan Çevik Bir gururla “Demokrasiye tanklarla balans ayarı yaptık!” şeklinde
tanımlamıştı.
Merkez medya ne diyorsa doğru olan oydu!
Sözgelimi İmam Hatip Liseli öğrencilerin namaz kılması haberlerde bir suçmuş gibi
gösterilirken, bir İHL’li öğrencinin namaz kılmasının normal olduğu nedense
düşünülememekteydi.
O dönemde basının algı yönetimlerinden biri de başörtü yasağı konuşulurken sürekli
“başörtüsü sorunu” şeklinde cümleler kurulmasıydı.
Hatta merkez medya tarafından başörtüsü kelimesi yerine “türban” kelimesi kullanılırdı.
Nihayetinde şöyle bir algı oluşmuştu toplumda; başörtüsü sorunu yani başörtüsü sorun,
başörtülüler de sorunlu kişilerdi. Bu açık açık dile getirilmese bile algı bu yöndeydi.
Basının tüm bu algı yönetimi, kamuda başörtüsü yasağının acımasızca uygulanmasını
kolaylaştırdı.
Çünkü bir kesim, başörtülü bir kadın kamusal alana girdiğinde gerçekten laikliğin
çatırdayacağını düşünüp yapılan hukuksuzluğa hak veriyordu.
Üniversiteler öğrencileri derslere almıyor, öğretmenler başlarını açmaya zorlanıyor ya da
istifa ettiriliyordu.
Başörtülü kadınlar artık toplumdan soyutlanmış, iş bulamaz hale gelmişti.
Maalesef bu algı yönetimi başörtülü kadını sadece kamusal alandan değil özel sektörden de
soyutlamıştı.
Özel sektör temsilcileri de basında mütemadiyen “sorunlu” olarak lanse edilen “başörtülü
kadınları” çalıştırmak istemedi.
O dönemin medya aktörleri yıllar sonra nasıl taraflı haber yaptıklarını kabul etseler de esaslı
bir özür dilemekten uzak durdular.
Sonuç olarak 20 yıldır eşi başörtülü olan bir liderin yönettiği Türkiye’de laikliğe halel
gelmediği, rejimin değişmediği açıkça görülüyor.
Gençlikleri, hayalleri 28 Şubat darbesi ile gömülen başörtülü kadınlar ise gelecek kuşakların
benzer haksızlıklara uğramaması için yaşadıklarını tarihe kayıt düşmeye devam ediyor.
Dün 28 Şubat idi.
Hakkı, Adaleti, İnsan Haklarını ve Demokrasiyi ayaklar altına alan Antidemokratik Darbe’nin
yıl dönümü idi dün.
Üzüldük,
Hüzünlendik,
Yıkıldık,
Ama yılmadık.
“Fırtınalara yön veren kelebeklerin kanat çırpınışıdır.” sözünden ilham alarak Demokrasi
mücadelemize devam ettik.
Hakkı ve Adaleti üstün tutarak, inanç, gayret ve azimle mücadelemize devam ediyoruz.
Yıldönümünde, 28 Şubat Antidemokratik Post Modern darbeyi yapanları, destekleyenleri ve
alkışlayanları kınıyorum, lanetliyorum.